17 Eylül 2023 Pazar

Cimrilikten Cömertliğe

       Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal, pireler berber iken; ben annemin beşiğini tıngır mıngır şallar iken annem beşikten düştü. Ardından kalktı, beni kovalamaya başladı. Gittik, gittik... Az gittik, uz gittik; dere tepe düz gittik. Bir de bakmışız bir arpa boyu yol gitmişiz. Derken Kaf Dağı'nın ardında, hiç kimsenin daha önce görmediği, duymadığı; kimsenin bilmediği bir ülkeye varmışız. Bu ülkenin altından güneşi, gümüşten ayı, pamuktan bulutları varmış. Ağaçları aytaşından, meyveleri ise elmastanmış. Bu ülkenin padişahının saraylar dolusu hazineleri varmış. Bu ülke adeta bir cennet gibiymiş. Ne var ki böyle cennet gibi bir ülkede bu ülkenin halkı varlık içinde yokluk çekiyormuş. Çünkü bu ülkenin padişahı çok cimri, paylaşmaktan nefret eden biriymiş.

       Her su kenarında üçer karış aralıklarla bekçiler dururmuş. Bu bekçiler halka ülkenin temiz, berrak sularından içmeleri için izin vermezlermiş. Yalnızca evlerinin çatılarına ve başka belirli yerlere koydukları kaplar yağmur sularıyla dolunca onları içerlermiş. Fakat bu su o kadar kirli oluyormuş ki arıtıp temizliyorlarmış. Bu işlemi elli kere tekrar ediyorlarmış. Düşünün yani yağmur suları o kadar kirli. Neyse, suyu arıtıp temizledikten sonra geriye kalan üç yudum su kimseye yetmiyormuş. Bir de ağaçların başında bekleyen bekçiler varmış. Bu bekçilerden de her ağacın başında iki tane görmek mümkünmüş. Kısacası halk aç, susuz, perişhân haldeymiş. Ha, bir de ülke sınırlarında bekleyen bekçiler varmış. Bu bekçiler de ülke sınırı boyunca ikişer karış aralıklarla duruyorlarmış. Ülkenin halkı başka bir ülkeye gitmek istediği zaman izin vermiyorlarmış. Çünkü cimri padişah halkını da başka bir padişahla paylaşmak istemiyormuş. Başka ülkeden gelip de bu ülkeye girenlerin geri çıkma şansları yokmuş. Yani cimri padişah, bu cennet ülkeyi cehenneme çeviriyormuş.

       Bir gün bu ülkeye bir bilgenin yolu düşmüş. Tabii Bilge de bu ülkeye girip de geri çıkamayanlardan olmuş. Ülkeden geri çıkamayınca ülkeyi keşfetmeye karar vermiş, başlamış gezmeye. Çok güzel ovalar, vadiler, muhteşem bahçeler görmüş. Hava çok sıcakmış. Geze geze susamış. Bir su kenarına varmış. Fakat suya yaklaşmak ne mümkün? Bekçileri gazabına uğramış. Hemen oradan uzaklaşmış. Sonra bir bahçeye varmış. "Bari şuradan bir meyve alıyım, yiyim de karnım doysun." demiş. Fakat ağaçlara da yaklaşamamış. Orada da bekçilerin gazabına uğramış. Ardından evini ona açacak birilerini bulma ümidiyle yoluna devam etmiş ve bir köye varmış. Bu köyde gördüklerinden sonra çok sinirlenmiş. Çünkü insanlar çok kötü durumdalarmış. Açlıktan, susuzluktan hepsi bir deri bir kemik kalmış. İhtiyarlar yataklara düşmüş. Ortalıkta cıvıl cıvıl çocuk sesleri olacağı hâlde hastalıktan sızlayan bedenlerden çıkan inleme sesleri, kemikleri sayılan çocukların ağlama sesleri varmış. Cehennemi andıran bir ortam varmış. 

       Bilge detaylıca düşünmüş. Cimri padişahın karşısına tek başına çıksa bir planı olmadan hiçbir şey yapamayacağını biliyormuş. Sonra düşünmüş taşınmış, bir plan yapmış. 

       Bilge, dağları tepeleri aşmış, saraya varmış. Padişahla önemli bir konu hakkında konuşmak istediğini söylemiş. Fakat sarayda bulunan bin tane muhafız onun halinden memnun olmayan, şikayete gelen her zamanki kişilerden birisi olduğunu düşünüp onu saraya almamışlar. Bunun üzerine Bilge, bir evin çatısına çıkmış, bağırarak kendini tanıtmaya başlamış. "Ben buraya çok uzak diyarlardan geldim. En ünlü hocalardan dersler aldım. Bu zamana kadar sayısız ülke gezdim, gördüm. Her gittiğim yerde yeni şeyler öğrendim. Fakat bu zamana kadar böylesine güzel ve böylesine zengin bir ülke görmedim. Ben bu ülkenin bereketini kat kat arttıracak bilgiye ve güce sahibim. Eğer değerli padişahınız izin verirse bu ülkenin bereketine bereket katmak isterim." demiş. Bilgenin bu sözleri bütün ülkeyi dolaşmış ve padişahın kulağına varmış. Tabii, Padişah aç gözlü. Hiç durur mu? Hemen bilgeyi huzuruna çağırtmış. Başlamışlar konuşmaya.

Cimri Padişah: Söyle bakalım bilgee... Nedir senin marifetin?

Bilge: Efendim. Ben diyar diyar gezdim. Birçok güzel ülke gördüm ama hiçbiri sizin ülkeniz kadar güzel değildi. En ünlü hocalardan dersler aldım. Neredeyse her şeyi becerebilecek bilgiye sahibim. Kimselerin bilmediği bilgileri, sırları bilirim. 

Cimri Padişah: Peki, ya bana yararın ne olacak?

Bilge: Dediğim gibi, kimselerin bilmediği bilgileri, sırları bilirim. Ülkenizin bereketine bereket katacak bilgiye ve güce sahibim.

       Bunu duyan Cimri Padişah derhal emir vermiş. Bilge'ye bütün gerekli imkanları sağlamış. Bilge yıllarca çalışmış ve bir iksir kaynatmış. Cimri Padişah'a bu iksiri içince günlerce bir uykuya dalacağını, uyanınca da ülkesini daha büyümüş, daha zenginleşmiş bulacağını söylemiş. Tabii aç gözlü Cimri Padişah sazan gibi hemen düşmüş oltaya. İksiri bir yudumda içivermiş. Günlerce uyumuş. Uyanınca bir de ne görsün? Karanlıklar içinde bir ülke! Ülkenin güneşi yokmuş. Ağaçların yaprakları solmuş, kökleri kurumuş. Sular çok kirli; gökyüzü sisli, dumanlı... Saraylar dolusu hazinelerinin yerinde de çöpler varmış. Cimri Padişah'ın tepesinin tası atmış. Bilgeyi hemen huzuruna çağırtmış. Başlamışlar konuşmaya.

Cimri Padişah: Bre, densiz Bilge! Bu nasıl iştir? Nerede benim altın güneşim, pamuk bulutlarım, aytaşı ağaçlarım, elmastan meyvelerin? Nerede benim saraylar dolusu hazinelerim? Sen ne yaptın benim cennet ülkeme böyle?

Bilge: Sayın Padişah. Diyorsunuz ki, benim cennet ülkem nerede? Evet, o ülke adeta bir cennetti. Fakat o ülkenin halkı cennette cehennem hayatı yaşıyordu.

Cimri Padişah: Sen ne diyorsun Bilge? Olur mu öyle şey?

Bilge: Şöyle ki Sayın Padişah. Evet, o ülkenin aytaşı ağaçları, elmas meyveleri vardı. Fakat o meyveleri birisi dalından koparıp yiyemeyecekse o meyvelerin orada ne işi vardı? Evet, derslerinden akan tertemiz, berrak, binbir derde şifâ suları vardı. Fakat birisi susayınca gelip o sudan bir yudum içip de şifâ bulamayacaksa o suyun ne anlamı vardı? 

       Padişah uzunca düşünmüş ve Bilge'ye hak vermiş. Ülkesinin o güzelliklerinden ne kendisi ne de halkı faydalanamayacaksa ne anlamı vardı ki? Bilge'ye dönmüş, sormuş:

- Ülkemi geri kazanmak için ne yapmam gerek?

Bilge: Öncelikle bana bir söz vermenizi istiyorum. Ülkenizi geri kazandığınız zaman her şeyinizi paylaşacak, halkınıza yardım edeceksiniz.

       Padişah hiç tereddüt etmeden söz vermiş:

- Söz, söz veriyorum! Bundan sonra dünyanın en cömert insanı olacağıma söz veriyorum.

       Bilge yine yıllarca çalışmış ve bir iksir kaynatmış. Padişah bu iksiri içmiş, günler süren bir uykuya dalmış. Uyandığında ülkesini eskisinden daha iyi bulmuş. Çok mutlu olmuş. Öyle mutlu olmuş ki kırk gün, kırk gece kutlama yapmış. Bu arada verdiği sözü de tutmuş. Bekçilik ve muhafızlık işlerini ülkesinde yasaklamış. Ülkedeki bütün insanlara saraylar, köşkler yaptırmış. Alan el değil, veren el olmuş. Dünyanın en cömert insanı olmuş. Ona artık Cimri Padişah değil, Cömert Padişah diyorlarmış. 

       Siz de bu padişahın yaşadıklarından dersinizi alın. Hayatınız boyunca cimri değil, cömert olun. Unutmayın veren el alan elden üstündür. 

       Gökten üç elma düşmüş. Biri Cömert Padişah'ın başına, biri bu masalı dinleyenlerin başına, biri de dünyadaki tüm cömert insanların başına...

       Eee, söyleyin bakalım. Kimin başına iki elma düştü?.. :))

2018-17/09/2023 (16:40-17:19)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kendimi geliştirmeme yardımcı olacaktır. :)

Böyle miydim ¿

  Ben her zaman böyle miydim Böyle karanlık mı görürdüm dünyayı Dudaklarım hep böyle biçimsiz, mor Horlanmış menekşelere mi benzerdi Ellerim...

En Çok Okunanlar